ABD'siz küreselleşme olur mu?
Son yıllarda hemen her toplumda küreselleşmeye karşı tepki var. Halk kitleleri küreselleşmenin kendilerine bir katkı sağlamadığını, tersine işsizliği arttırdığını, gelir dağılımını aleyhlerine çevirdiğini, refah kayıpları yarattığını düşünüyor.
Bu nedenle tepkililer. İş çevrelerinde ise küreselleşmenin getirdiği kazançlara karşı yaygın serbestleşme nedeniyle artan rekabet baskısından şikayet ediliyor.
Bu tepkiler siyasi sonuçlar da üretiyor. Küreselleşme karşıtı siyasi söylem geliştiren partiler öne çıkıyor. Özellikle küreselleşmenin ön safında yer alan gelişmiş ülkelerde bu yeni siyasi süreç etkili oluyor.
Bu ülkelerden birisi de ABD. Son seçimi kazanan Trump seçim sürecinde popülist ve anti- küreselleşmeci bir söylem kullandı. Başarılı da oldu. Başkan seçildi. Trump'ın başkan seçildikten sonra pek etkili olamaması nedeniyle bu söylemi terk etmeye başladığı düşünüldü.
Ama son attığı adım Trump'ın popülizm ve küreselleşme karşıtlığından vaz geçmediğini gösteriyor. Başkan Trump ABD'nin 2015 yılında imzalanan ve son dönemin en önemli uluslararası anlaşması olarak anılan ‘Paris Anlaşması'nı terk edeceğini açıkladı.
Hemen bütün gözlemciler ve kanaat önderleri bu hareketin Trump ve şürekasının küreselleşme karşıtı duruşlarından kaynaklandığı noktasında hem fikirler. Bu takım yaptıkları girişimin ne anlama geldiği konusunda da gayet açıklar. Örneğin, Trump'ın üst düzey danışmanlarından ikisi Wall Street Journal'da yayınladıkları bir notta Paris Anlaşması bağlamındaki tepkilere karşı çıkarken yer küreyi “dünya küresel bir toplum değil, tersine ülkelerin, iktisadi aktörlerin ve iş çevrelerinin kendilerine avantaj sağlamak için rekabet ettikleri bir arena” olarak tanımlıyorlar.
Bu küreselleşmenin uyduruk bir söylem olduğu, ardında bireysel kâr hırsının yattığını söyleyerek oy alan Trump'ın görüşünü gayet net biçimde ifade eden ve Paris Anlaşması'nı neden terk edildiğini gösteren bir açıklama.
Bilindiği gibi, Paris Anlaşması yeryüzündeki fosil yakıtlardan kaynaklanan karbon gazı salınımının önüne geçerek küresel ısınmayı önce frenlemeyi sonra da geri çevirmeyi hedefl eyen bir anlaşma. Anlaşmanın hayata geçirilmesinde önceki başkan Obama'nın büyük gayreti var. Hemen hemen bütün ülkeler de imzalamış durumda. Trump bu anlaşmayı dışlamakla ABD'deki özellikle kömür üretimine ve tabii istihdamına yeniden destek sağlamayı amaçlıyor. Halka dönük olarak verilen politik (popülist) mesaj bu.
Bu mesajın ABD seçmenine ne kadar hitap ettiği, ne tür bir politik sonuç sağlayacağı bilinmez. Ama atılan adımın üretim alanında nasıl bir sonuç sağlayacağına ilişkin bulgular net. Anlaşmadan çıkılsa bile ABD'deki katı yakıt üretimi gerilemeye devam edecek. Son yıllarda kömür madenleri kapanıyor. Trump ve şürekası bunun kömür üretiminde rekabet gücünün uluslararası bir müdahale ile geriletilmesinden kaynaklandığını ima ediyorlar.
Oysa bu doğru değil. Çevre düzenlemelerinin de katkısıyla fiyat (maliyet) üstünlüğü kazanan doğal gaz ve kaya gazının kazandığı rekabet üstünlüğü fosil kaynaklı üretimin duraklamasının ve madenlerin kapanmasının en büyük nedeni.
Son dönemdeki büyüyememe sorunu ve yaygın durgunluk da enerji alanındaki bu dönüşüme katkı veriyor. Bunun yanı sıra, teknolojik gelişmeler yenilenebilir enerjiye de (güneş ve rüzgar) yeni ufuklar açıyor. Kısacası, Trump destek verse de fosil kaynaklı enerjinin alternatif enerji kaynakları karşısında durumu pek parlak değil. ABD ne kadar bastırırsa bastırsın, dünyadaki de-karbonizasyon süreci devam edecek gibi görünüyor.
Peki, bütün bunları biz okuyoruz, görüyoruz, biliyoruz da Trump ve şürekası bihaber mi? Değil tabii. Peki neden bu işe asılıyorlar? Bana kalırsa siyasi çıkarlar ve popülist inançlar ağır basıyor. İçeride ve dışarıda güç kazanmak istiyorlar. Buna karşılık Trump'ın bu son adımı hem ABD'de hem de dünyada ciddi kaygı yaratmış vaziyette.
Fosil yakıta sağlanan güçlü siyasi destek sayesinde ABD'nin küresel ısınmaya katkısının yeniden yükselecek olmasından kaynaklanmıyor bu kaygı. Hemen herkes bunun ciddi bir olasılık olmadığını biliyor. Tepkiler ve yapılan açıklamalar kaygının küreselleşmeden geri dönülmesi olasılığından kaynaklandığına işaret ediyor.
ABD olmadan küreselleşmenin sürdürülebileceğine kimse inanmıyor. Faydası olmayan öngörüler ve popülist itiş-kakışla küreselleşmeden vaz geçilmesinin kazançtan çok kayıp getireceği kanaati de yaygın. Ne yönde ve nasıl bir çözüm olacağını da gelecek belirleyecek diye düşünüyorum.
Bütün Dünya için huzurlu ve barış dolu günler dilerim....