ANKARA (AA) (YSM) - Bu, özellikle Mandalay'a dönen Müslüman dostlarım ve sistematik olarak zulme uğrayan Arakanlı Müslümanlar dahil Myanmar’daki tüm Müslümanlar için duyduğum bir endişe.
İki liderin, Müslümanlara ve göçmenlere ilişkin gizlemedikleri korkularını ve nefretlerini görüştüğü bildirildi. Suu Çii’nin Myanmar'ında ordu, ülkedeki Arakanlı Müslüman halkı, Müslüman Bangladeş'in sınırlarını aşarak gelen yasa dışı Bengalli göçmenler olarak çok başarılı bir şekilde lanse etti.
Myanmar'ın demokratik geçiş sürecinin simgesi olan biri, kasıtlı bir şekilde katillerin sözcüsü haline geldi.
Ülkemin işleriyle ilgili 30 yıllık politik aktivizm ve öğrenim hayatımda, ırklara göre bölünmüş Burma toplumu, siyasallaştırılmış Budist düzen ve aşırı milliyetçi ordu Tatmadaw'ı iyice okumayı öğrendim.
Yıllarca, ülkenin Budist çoğunluğun sonsuz şefkati ile Ana Suu dediği kadına destek vermiş ve bu son 30 yıl boyunca sözlerini, hareketlerini ve hatta yüz ifadelerini çok yakından incelemiştim.
Budapeşte’de çekilen fotoğrafların sadece, ev sahibine karşı kibar olmak ve kameralara hoş görünmek konusundaki diplomatik protokole uygun davranan Myanmar lideri ile ilgili olmadığını söyleyebilirim.
Bu, daha çok gerek kendi ülkelerinin İkinci Dünya Savaşı sırasındaki faşist tarihleriyle ilgili uyarılara gerekse ülkelerin İslamofobik politikaları da dahil çirkin fiili gerçeklerine genellikle kayıtsız kalan iki ırkçı, yabancı düşmanı zihnin bir buluşması gibiydi.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği tarafından yayınlanan bir raporda, Orban’ın yönetimi, “yabancı düşmanlığı tutum, korku ve nefreti” yaymakla suçlanırken, Orban’ın kendisi, Trump'ın eski danışmanı Steve Bannon'dan, İngiltere'nin Bağımsızlık Partisi eski lideri Nigel Farage'a kadar, Avrupalı ve Kuzey Amerikalı aşırı sağcı liderler ve demagoglar arasında çok önemli bir figür olarak ortaya çıkıyor.
BM Bağımsız Uluslararası Gerçeği Bulma Misyonu, Myanmar'da Suu Çii’nin sivil liderliğini, Arakanlı Müslümanlara yönelik sürmekte olan soykırımda dahli olmakla resmen suçluyor.
İki liderin görüşmesinin akabinde Orban hükümetinden yapılan açıklamaya göre, Suu Çii ve Orban, “göç” ve “sürekli büyüyen Müslüman nüfusla bir arada yaşama meselesini", "Güneydoğu Asya ve Avrupa" için "en büyük tehdit" olarak "vurguladı".
Myanmar lideri Suu Çii, ilk kez aşırı sağcı bir liderle aynı sahneyi paylaşıyor ve Müslümanlar hakkında gizlemediği ırkçı görüşlerini izhar ediyor değil.
Suu Çii, Eylül 2017’de, basın kürsüsünü Hindistan'ın Başbakanı, Hindu fundamentalist Narendra Modi ile paylaşmış ve iki lider açıkça, Myanmar’ın Arakanlı Müslümanlara yönelik kitlesel zulmünü, devletin “teröre” karşı meşru bir tepkisi olarak lanse etmişti.
Suu Çii, "Hindistan'a, Myanmar'ın son zamanlarda karşılaştığı terör tehdidi konusunda sergilediği güçlü tavır için teşekkür ediyorum." demişti.
ABD’deki diasporadaki ilk 15 yıllık uluslararası aktivizmimde son derece aktif bir şekilde desteklediğim Burma liderinin, Myanmar kamuoyunu, hükümet politikalarını ve kendi düşüncelerini saran Müslüman karşıtı ırkçılık konusundaki gerekçelerini değiştirmeye devam ettiğini fark ettim.
Ekim 2013'ün başlarında Suu Çii, İngiltere'nin BBC Four kanalında, Müslümanlarla ilgili görüşlerini genel bir Burma algısı olarak ifade etti. Myanmar'ın muhalif lideri olan Suu Çii, kendisi de bir Müslüman olan İngiliz spiker Mishal Husain'a verdiği röportajda, "Sanırım siz de kabul edersiniz ki küresel Müslüman gücün çok büyük olduğuna dair bir algı var. Böyle bir algı birçok ülkede mevcut, bizim ülkede de öyle." demişti.
Röportajdan 6 yıl sonra, Myanmar Dışişleri Bakanı ve Devlet Başkanlığından Sorumlu Devlet Bakanı Suu Çii, İslamofobik yaklaşımını ortaya koyarak, Avrupa'da belgeli aşırı sağcı liderlerden biriyle ortak davaları benimsiyor.
Suu Çii'nin dışarıda gittikçe büyüyen göç ve ülkesinde giderek artan Müslüman nüfusu sorunuyla ilgili endişeleri aslında gerçekleri yansıtmıyor.
2012'de dönemin Göç Bakanı ve eski emniyet müdürü Khin Yi, Arakan eyaletinde Müslümanlara karşı yapılan organize şiddetin ardından Arakanlı Müslüman sayısının 1,3 milyon olduğunu açıkladı.
Dönemin Devlet Başkanı eski General Thein Sein, Voice of America'ya aynı yıl temmuz ayında yaptığı açıklamada, "Bengallilerin (diğer bir deyişle Arakanlı Müslümanlara yönelik resmi ırkçı referans) çoğunun bağımsızlığımızı kazandıktan sonra bizim ülkemizde doğduğunu keşfettik." ifadesini kullanmıştı. Bu gerçekler, Arakanlıları komşu Bangladeş'ten gelen "göçmenler" çerçevesine koymamızı imkansız hale getiriyor.
Myanmar'da, yanıltıcı gayri safi yurt içi hasıla istatistikleri ve ılımlı pozitif ekonomik tahminlerin tersine, her yere yayılan yoksulluk, güvenlik kuvvetlerinin yıllardır uyguladığı siyasi baskı ve Myanmar’ın beyin göçü durmadan devam ediyor.
Bugün farklı etnik kökene sahip ve farklı dinlerden yaklaşık 4-5 milyon Myanmarlı (ülke nüfusunda her 10 kişiden birine denk gelen), Güneydoğu Asya'da orta gelirli ülkelerden Tayland ve Malezya ayrıca az bir kesim de Singapur'a işçi olarak göç etti. Suriye'den sonra Myanmar çoğunluğu Müslüman olan en fazla mülteci üreten ülkedir.
Bunun yanında Myanmar'da 16 gruptan en kalabalık olan Arakanlı Müslümanların sayısı artmıyor tam tersine azalıyor.
Yedi yıldır süren baskıcı politikalar neticesinde bugün sadece 330 bin Arakanlı Müslüman kendi ülkesinde kaldı. Bunlardan 120 bini dışarı çıkmaları yasak olan tel örgüyle çevrelenmiş kamplarda kalıyor.
BM Myanmar Gerçeği Bulma Misyonuna göre, Myanmar, Burma ordusunun 2017’deki "güvenlik operasyonları" boyunca Arakanlı Müslümanlara ait yaklaşık 400 köyü yok etti ve bebekler, çocuklar, kadınlar ve yaşlılar dahil binlerce Müslüman'ı katletti.
Ölenlerin gerçek sayısı belki de hiç bilinmeyecek ancak şu bir gerçek ki, bu katliamda öldürülenlerin sayısı, 1995 yılında Boşnaklara Srebrenitsa’da uygulanan ve uluslararası hukuk tarafından soykırım kabul edilen katliamda hayatını kaybedenlerden çok daha fazla.
Arakan'da kendi atalarına ait topraklarda, Myanmar’ın en büyük Müslüman topluluğu arasında nüfus artışı sıfır.
Tam tersine, soykırımcı tecavüz ve katliam yoluyla süregelen şiddetli kitlesel sınır dışı edilme dalgaları ve Müslüman köylerin 1978 yılından bu yana maruz kaldığı yanma ve yıkımlar, Batı Myanmar’da, ülkedeki en büyük Müslüman çoğunluğu oluşturan Arakanlı Müslümanların sayısını yarıdan fazla azalttı.
Tıpkı 2017 yılında Facebook ve Twitter’da dünyanın izlediği örneklerde olduğu ya da Budist Arakan Ordusu örgütü ile Myanmar hükümeti ordusunun arasındaki mevcut çatışmalarda çapraz ateşte öldürülenler gibi, Buthidaung kasabasında kalan Arakanlı Müslüman nüfus da aparteid uygulamasına benzer koşullarda, Myanmar'da devlet eliyle yönlendirilen toplu vahşetin bir sonraki hedefi olma korkusunu yaşıyor.
Irkçılık üzerine duyarlılık ve Myanmar’ın rahibeler, keşişler, gazeteciler ve aktivistler gibi farklı grupları içeren kanaat önderleri üzerine yaptığım çalışmalarım sayesinde sahip olduğum profesyonel tecrübelerimle şu dehşet verici gerçeği öğrendim ki, gerçekler ırkçılığı yola getirmiyor ya da ırkçı düşünceleri değiştirmiyor. Suu Çii de bu konuda bir istisna değil.
Ortalıkta, Suu Çii'nin Burma ordusu üzerinde hiçbir kontrolü olmadığını ve bu nedenle de ordunun suçlarıyla ilgili sessiz kalmayı seçtiğine dair sakat bir açıklama sıklıkla duyulabilir.
BM Myanmar Gerçeği Bulma Misyonunun (18 Eylül 2018’de) yayınladığı 444 sayfalık raporda belirtildiği üzere, Suu Çii’nin suçları artık “babasının ordusunu” veya “ihmal suçunu” kınamayı reddetmesiyle sınırlı değil. Ne de bunlar sadece, BBC ve Channel News Asia kanallarında utanmadan yaptığı gibi, Myanmar’ın (Arakanlı Müslümanlara yönelik) “etnik temizliğini” defaatle reddetmesiyle sınırlı.
Aslına bakılırsa, Suu Çii kendisinin, babasının Japonya'nın faşist himayesi altında kurduğu silahlı kuvvetlerin, ırkçılıkla motive olmuş vahşet suçlarının gönüllü bir suç ortağı olduğunu kanıtlıyor.
Hitler’in katliamlarından bu yana, modern dünya tarihi, seçmen kitlesini dini, etnik ve ırksal azınlıklar üzerine harekete geçirerek sandık yoluyla iktidara gelen popülist rejimlerle dolu.
Myanmar’ın Suu Çii önderliğindeki mevcut dönüşümü, kapsayıcı ve demokratik bir topluma ya da liberal bir demokrasiye dönüşmüyor, aksine, Müslümanların ve diğer etnik azınlıkların şeytanlaştırıldığı ve bütün haklarının elinden alınarak devletin koruyuculuğundan çıkarıldığı dışlayıcı bir sisteme, bir Budist milliyetçiliğe dönüşüyor.
Bu gelişmeler ışığında, ABD ve Avrupa Birliği, bir Burma demokrasisi için tek etkin ve popüler öncü olarak gördüğü Suu Çii ile “kırılgan geçişi” görünürde destekleyen politikalarını ciddi şekilde gözden geçirmeli.
BM İnsan Hakları Myanmar Özel Raportörü Yanghee Lee'nin, 2018 yılında İngiltere televizyon kanalı Channel Four’da belirttiği üzere Hanımefendi ya da Batı’nın "Demokrasi Kraliçesi" Suu Çii sivil özgürlükleri, basın özgürlüğünü, insan haklarını ve Myanmar'daki tüm halkların ve inanç topluluklarının haklarının korumasını teşvik etmek ve savunmak yerine, “aşırı sağ” olarak nitelendirilen zehirli bir dünya görüşünün ifade edilmesine, gerekçelendirilmesine ve yayılmasına aktif olarak katılmıştır.
Suu Çii, yalnızca ülkesinde kırılgan bir dönüşüm içinde liderliğine ilişkin talepleri, öncelikleri ve beklentileri dengelemeye çalışan pragmatik bir politikacı değil, Myanmar’ın Marine Le Pen’idir.
Dünya, Suu Çii'nin metamorfozunu ne kadar çabuk kabullenirse, ırkçılık karşıtı, kapsayıcı ve demokratik bir toplum oluşturmak adına toplumsal düzeyde çaba sarf eden Myanmarlı (Burmalı) aktivistler için o kadar iyi olacaktır.
*Yazar Maung Zarni, sivil toplum kuruluşu Özgür Rohingya Koalisyonunun koordinatörlerinden ve “Myanmar'ın Arakanlı Müslümanlara Yönelik Soykırımı Üzerine Yazılar” kitabının Natalie Brinham ile ortak yazarıdır.
*Bu makalede ifade edilen görüşler yazara aittir ve Anadolu Ajansının yayın politikasını yansıtmamaktadır.
YSM HABER MERKEZİ