Ekonomide en önemli göstergeler risk göstergeleridir. Risk göstergelerini okuyabilenler; geleceğe ilişkin tedbir alır, yöntem geliştirir ve yol alır. Kazanır, kazandırır. Ancak risk göstergeleri önünüze geliyor ve bunlar hoşunuza gitmiyor, değiştiriyorsanız, durum da değişir.
Riskleri ölçüp anlattıklarına bakmıyorsanız, ya da umursanıyorsanız, hatta masanın altına süpürüyorsanız, kötü haberlere hazır olun. Zira riskleri görmezseniz onlar ortadan yok olmazlar. Sadece gözden uzak tutmuşsunuzdur ve eninde sonunda sizi kayıplar hanesine çekeceklerdir.
Böyle durumlarda resmî kurumlar daha sık toplantı yaparlar. Açıklamalarda bulunurlar. Benim toplantılardan aldığım izlenim; “her şeyin farkındayız, riskleri de görüyoruz ama bir şey yapamıyoruz, zira elimizden bir şey gelmiyor” yönünde. İşte bu çaresizliktir ve toplumları çürütür.
Aslında çok iyi ekonomistlerimiz var ve risk yönetecek yetkinliklerimiz… Fakat görmek istemeyen yönetim, bu körlük içinde onları da görmez. Yönetimin yakınındaki yetkinler ise etkisizleştirilince riskler, göre göre gerçekleşir.
Dünyanın gözü Türkiye’nin üzerinde
Türkiye’nin önümüzdeki yıl içinde ekonomisini çevirmek için en az 200 milyar dolar dış kaynağa ihtiyacı varken halen uygulanmakta olan ve enflasyon lobisiyle iktidar yandaşlarının desteklediği politikalarla bu kaynağı temin etmesi pek kolay olmayacak her halde. Geçen haftalarda alınan faiz indirme kararı sonrasında finans dünyasının nabzını tutan İngilizce yayınlarda yer alan değerlendirmeler, Türkiye’yi yöneten anlayışa ve bu anlayışa teslim olan merkez bankasına hiç güven duyulmadığını ortaya koydu.
Pandemiden çıkış sürecinde meydana gelen gelişmeler nedeniyle dünyanın dört bir yanında enflasyon korkusu yaşanırken Türkiye’nin bir kez daha enflasyon lobisine teslim olması önümüzdeki dönemin hiç de kolay geçmeyeceğini düşündürüyor.
Dünya ekonomisinin gidişatını izleyen ve değerlendiren uluslararası kuruluşlar arasında önemli bir yeri olan OECD, ''Dünya Ekonomisinin Görünümü'' raporunda açıkladığı son tahminler, dünya ekonomisinin pandemiden çıkış sürecine girdiği varsayımına dayanıyor.
OECD’ye göre 2020’de %3,5 küçülen dünya ekonomisinin 2021’de %5,8 büyümesi, büyüme hızının ABD’de %6,9’u, Euro Bölgesi’nde %4,3’ü, Japonya’da %2,6’yı, Çin’de %6,5’i bulması bekleniyor. OECD, dünya ekonomisinin 2022’de de %4,4’lük bir büyüme hızına erişebileceğini ancak tüm bu tahminlerin gerçekleşmesi halinde bile dünya ekonomisinin toplam büyüklüğünün pandemi öncesinde öngörülen hedefin altında kalacağını belirtiyor.
OECD ülkelerinde geçen yıl %1,5 olan enflasyonun ise 2021’de %2,7’ye yükselmesi bekleniyor ve OECD enflasyondaki yükselme eğilimini önemli bir risk faktörü olarak görüyor.
OECD raporu, enflasyonun gelişmiş ülkelerde tırmanışa geçmesi ve faiz artışlarını gündeme getirmesi halinde bu gelişmenin öncelikle dış finansman kaynağı bulmakta zorlanan, kırılgan konumdaki yükselen pazar ülkelerini olumsuz etkileyebileceğini vurguluyor. Söz konusu ülkelerden sermaye çıkışları yaşanabileceğini ve bunun ülke paralarının değer kaybetmesine ve varlık fiyatlarında yeni değer kayıplarının yaşanmasına yol açabileceği belirtiliyor.
OECD’ye göre Türkiye de ne yazık ki ekonomisi bu konumda bulunan ülkeler arasında yer alıyor ve bu çerçevede değerlendiriliyor. OECD 2020’de %1,8 büyüyen Türkiye ekonomisinin de 2021’de %5,7 büyüyeceğini, 2022’de ise büyümenin %3,4’e düşeceğini öngörüyor. Geçen yıl %12,3 artış gösteren tüketici fiyatları enfasyonunun ise 2021’de %16’ya yükseleceği ve 2022’de %12,8’e düşeceği tahmin ediliyor. OECD’nin bu tahminlerinin şu anda Türkiye’de yapılan tahminlere göre iyimser kaldığını söyleyebiliriz.
IMF ve OECD gibi uluslararası kuruluşlar üyeleri olan ülkelerin gidişatı konusunda değerlendirme yaparken çok dikkatli davranmaya, incitici bir dil kullanmamaya özen gösterirler ama misyonları gereği gördükleri gerçeği ifade etmekten da kaçınmazlar.
OECD’nin raporunun Türkiye ile ilgili bölümü çok önemli bir saptamayla başlıyor ve raporda aynen şöyle deniyor: “Türkiye’nin 2020’nin son aylarında uygulamaya başladığı sürdürülebilir nitelikteki makroekonomik politikalardan 2021’in ilk çeyreği biterken vazgeçmesi, piyasalarda oluşmaya başlayan olumlu havayı ve iyimser beklentileri bozmuştur.”
Ne yazık ki Türkiye’yi yönetmekte olan zihniyetin bir çuval inciri mahvetme kapasitesinin hayli yüksek olması bu olasılığın gerçekleşmesini engelledi ve OECD de Türkiye ekonomisinin sürdürülemez bir yolda ilerlemekte olduğunu vurgulamak zorunda kaldı. OECD raporunda Türkiye için yapılan öngörülerin, pandemiyle mücadele cephesinde yaşanabilecek olan gelişmelerden, izlenecek makroekonomik politikalardan ve dünyadaki kredi koşullarından etkilenebileceği hatırlatılarak ülkenin dış kaynak ihtiyacının önümüzdeki dönemde GSYH’nın %30’unu aşabileceği de belirtiliyor.
Ekonomik çöküşün hangi noktasındayız acaba?
Ayrıca; kamuoyu anketleri çerçevesinde AK Parti hükümetini 2023’de zorlu bir seçimin beklemekte olduğu Washington’da Türkiye söz konusu olduğunda en çok konuşulan konular arasında.
Biden yönetiminin, Kongre’nin F-16 satış talebini reddetmesi ihtimalinin büyüklüğünü ve Türkiye’de yaklaşan seçimlerde olası bir iktidar değişikliğini hesap edip, işi olabildiğince zamana yaymayı tercih etmesi mümkün.
İşte Ankara ile Washington arasındaki “F-35 zarar müzakeresinin” böyle bir ortamda yapılması söz konusu.
Sadece Türkiye değil, uluslararası alandaki aktörler de 2023’deki seçimlere kilitlenmiş durumda…
Dünyanın gözü Türkiye'nin üzerinde ve yanlış yoldayız!...
Selam ve dua ile.