ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze’yi tıpkı sıradan bir tarla gibi parasını vermek suretiyle Filistinlilerden almayı hayal etmesi çoğumuza garip, hadsiz ve cüretkar geldi. Aslında ortalığı karıştırarak iç savaş çıkartması, vekil güçlerce bölgeyi tarumar ettirmesi, teröre boğması, insanları aç bırakması, yaptırım uygulaması hatta işgal etmesi alışageldiğimiz bir durumdu.
Lakin “Gazze’yi satın almak istiyorum…burayı büyük bir emlâk alanı olarak düşünün…ABD buraya sahip olacak ve biz de yavaş yavaş -çok yavaş, acelemiz yok- burayı geliştireceğiz” demesi acaba aklını mı yitirdi diye düşündürtmedi değil. Gerçi bir yandan “Trump tam da bu. Aklındaki dilinde. Hiç olmazsa yapmayı düşündüklerini süslü cümlelerin; sahte ideallerin arkasına saklamadan dümdüz ifade ediyor” diye avunuyoruz.
Zira batı emperyalizmin yüzyıllar içerisinde farklı kılıklara bürünen uydurma nezaket örtülerinin altına gizlediği derin kabalıktan, nobranlıktan ve aba altından gösterilen sopadan hepimiz bıktık usandık. Trump’ın hiç olmazsa kendini gizlemek gibi bir eğilimi yok. O bir beyaz adam ve beyaz adamın gerçek diliyle konuşuyor: Geldim, gördüm, yendim, beğendim, aldım…
Bir toprak alanını, ya da bir ülkeyi vatanlaştıran şeyin ne olduğu konusu incelemeye muhtaç bir olgu. Burası benim toprağım diyebilmek için bir “mülkiyet ilişkisine” ihtiyaç var. Ekip biçiyorsak, ekmeğimizi üretiyorsak yani işlevsel olarak bize hizmet eden ve tapusuna sahip olduğumuz bir toprak alanından bahsediyorsak, orasının bize ait bir yer olduğunu, bir sahiplik ilişkisi kurduğumuzu söyleyebiliriz.
Burası benim ülkem dediğimizde ise coğrafi alanı belirlenmiş ve uluslararası bakımdan tanınmış sınırlara sahip olan bir yerden bahsederiz. Nitekim devlet dediğimiz kurum da, bir aygıt ve örgüt olarak otoritesini sistemdeki diğer aktörler tarafından da tanınan bu toprak parçası üzerinde tesis eder. Kimliğimiz, pasaportumuz hangi ülkenin vatandaşları olduğumuzu belirler, yani ülkemizle olan ilişkimiz yasal ve mevzuat üzerine bina edilmiş bir bağ ilişkisidir.
Oysa bir toprak parçasının “vatanlaşması” yasal belgelerle değil, psikolojik faktörlerle şekillenir. Ülkeden farklı olarak, “vatan” kavramıyla tanımlanan topraklar, genellikle bir uzlaşı sonucunda imzalanan antlaşmalarla sınırları yasal olarak belirlenmiş ve Birleşmiş Milletler’e tescil edilmiş bir bölge olarak değil; örneğin “kanla sulanmış”, “atalardan yadigar kalmış”, vadedilmiş”, “fethedilmiş”, “kutsal kitaplarda dillendirilmiş”, “armağan edilmiş” gibi sıfatlarla anılırlar.
Bu çerçevede “ülke” hukuki ve jeopolitik bir kavram iken, “vatan” psikolojik ve mistik bir bağlam içerir. Tıpkı ev ve yuva arasındaki fark gibi birisi somut ve işlevsel bir barınma mekanına, diğeri ise insanın içinde ve zihninde tasarladığı bir tahayyüle işaret eder. Vatan, tıpkı büyük ölçekli bir yuva gibidir. Ev alınıp satılabilir ama yuva yüreğe yerleşiktir. O yüzden Batıda toprak mülkün sahibine aittir; bizim dünyamızda ise “biz toprağımıza aitizdir”.
Trump, Gazze’yi kendi toprağı yapma arzusunu belirtirken, o toprağın çocuğu olan Filistinliler ise vatanlarını bir gayrımenkul projesi olarak görenlere karşı direnmeye çalışacaklar. Gazze birileri için bir arsa, kimileri içinse atalarının ninelerinin hikayelerini barındıran, köklerini saldıkları, uğruna can verdikleri kolektif bir hafıza mekanı; bir vatan toprağı.
Alaska’yı 7.2 milyon dolara Ruslardan, Louisiana’yı ise 15 milyon dolara Fransızlardan satın alan bir geleneğin temsilcisinden Grönland ya da Gazze için açık artırma teklif vermesi ve iyi bir fiyat verirse herkesin mutlu olacağını düşünmesi şaşırtıcı değil. Beyaz adamın dünyası böyle. Bakalım mülk sahibi olmaya çalışanlar vatanın sahiplerini satışa ikna edebilecekler mi?