Hayatı mı kendinize uydurmaya çalışıyorsunuz ya da kendinizi mi hayata?
Hayatı mı kendinize uydurmaya çalışıyorsunuz ya da kendinizi mi hayata? Bu soruya verdiğiniz cevap, sahip olduğunuz kültür tarafından etkilenir. Ama büyük ihtimalle bunun farkında değilsiniz.
Çünkü kültürün değerlerimize olan etkisi, bilincimizin bazen fark edemeyeceğimiz kadar derinlerine kök salmıştır. Kültürümüz mizacımızı, algımızı, arzularımızı, hatta genetik yapımızı şekillendirir. Kültür gözbebeğimiz gibi, o kadar bizden, o kadar içimizdedir; ama aynaya bakmadan onu göremeyiz.
Bu yüzden de bu ya dabenzer bir soruya verdiğimiz cevabın kültürümüzden ne kadar etkilendiğinin farkında olmayabiliriz. Dünyada yaşayan toplumların büyük bir kısmı, kendini hayata uydurmaya çalışan bir kültüre sahiptir.
Kimi toplumlar var gücüyle hayat şartlarını kendine uydurmaya çalışarak adaptasyon sağlar. Bireyci kültürün hakim olduğu bu toplumlarda atak, enerjik, coşkulu duygular daha baskındır.
Örneğin Amerikan toplumu ekstrem sporlar yaparak, rollercoaster‘lara binerek peşinden koşulan bu heyecanlı duyguları yakalamaya çalışır. Bu duygular insana atılım yapacak, değişim oluşturucak, tuttuğunu koparacak enerjiyi sağlar.
“Just do it” sloganı İngilizcede ne kadar anlamlıysa, “sadece yap” ya da “yeter ki yap” cümlesi hayatımızda anlamsız bir duygu olarak yerini alabilir. Çünkü biz “yap”ana kadar en az on kere düşünürüz; “ya iyi gitmezse”, “ya alay ederlerse”, “ya garip bir duruma düşersem” gibi duygular bizi hergün biraz daha derinden endişelendirir. Ve bizi mutsuz eder!...
Bizim gibi kendini hayata uydurmaya çalışan toplumlarda hedefe götürecek rahat ve gevşek duygular aranır. Birçok toplum için mutluluk, coşkudan çok huzur, dinginlik ve keyif demektir. Bunlar enerjisi daha düşük, daha sakin duygulardır. Biz, içten içe de olsa, bu duyguları yakalamaya çalışırız. Fazla coşku, heyecan, ataklık genel olarak yersiz, hatta olumsuz karşılanır. Çoğu zamanlarda “sabrın sonu selamettir.” Sabır gibi uslu duygular, kendimizi hayatın akışına bırakmayı kolaylaştırır. Sonuçta “her şeyin hayırlısı”…diyerek kendimize uygun bir inanç sergilemeye çalışırız.
Başka bir baskın duygumuz ise temkin: Birçok şeye, mutluluğa bile temkinli yaklaşırız. “Nasılsın?” sorusuna “Ne olsun, yuvarlanıp gidiyoruz işte…”, “Bu hâlimize şükür…” gibi cevaplar veririz. “İşler iyi gidiyor”, “Çocuğun dersleri süper” filan demeyiz. Dersek endişelenerek ve zarara uğramadan, maşallah deriz. Çünkü
nazardan korkarız –ki nazar, başlı başına bir yazı konusudur. Her zaman hayatı anlayarak ve inanarak yaşamak çok önemlidir ve çok daha anlamlıdır...
Psikolojide duyguların ayrımlarından biri, “yaşadığımız” ve “yaşamak istediğimiz” duygulardır. “Yaşamak istediğimiz” ideal duygular, sahip olduğumuz kültür tarafından belirlenir. Bizim kültürümüz bize sakin duygular tavsiye etmesine rağmen biz yine de aktif, enerjik, heyecanlı duygular peşindeysek belki de kendimizi daha bir zorlamamız, kendi kendimizi ikna etmemiz gerekiyor.
Üzerimize tam olmayan bir pantolon giymek gibi –uysun diye kilo alma ya da verme çabası göstermek gerekiyor. Yaşamak istediklerimizi üzerimize uydurmakta, tam anlamıyla kucaklamakta zorlanabiliyoruz. Yaşayana kadar biraz kaygı duyuyor, bitince belki rahat bir nefes alıyoruz. Eğer siz de bu haldeyseniz bilin ki mizacınız size belki “kendin için bir değişiklik yap” ya da “bilmediğin bir yola çık” diyor ancak kültürünüz “otur oturduğun yerde” diyor.
Her insan kendini “iyi” hissetmek ister ve “iyi”nin ne olduğunu bize en çok kültürümüz öğretir. Hangi duyguların peşinden koşmamız, hangilerinden uzak durmamız gerektiğini kolektif bilincimizde barındırır.
Kültürün üzerimizdeki etkisinin farkında olmak, bize daha rahat, bilinçli ve kendimizden emin hareket etme imkanı sağlar. Bazı kültürlerde, güzel geçen şeylerin ardında talihsizliklerin pusuda beklediği düşüncesi nedeniyle mutluluğa korku veya isteksizce yaklaşılabiliyor.
Söz konusu duyguları ise, farkındalıkla seçebiliriz: Kendimizi hayatın akışına mı bırakmak isteriz, yoksa zorlamak mı?
Hepinize mutlu ve sağlıklı yaşam dilerim. İyi günleriniz olsun!...