Para basmanın dayanakları
Artık pek fazla işlevi kalmamış olan madeni parayı hazineye bağlı Darphane, asıl para işlevi gören kâğıt parayı merkez bankası basar. Bunlara ek olarak kaydi parayı da (hesap parası ya da banka parası) bankalar yaratır ([i].) Kaydi para, madeni para ve kâğıt para gibi fizik olarak dolaşımda bulunmaz ama paranın yukarıda sayılan bütün işlevlerini görür. Kâğıt para miktarı bir ölçüde kaydi paranın da miktarını belirleyeceği için merkez bankasının dolaşıma soktuğu para miktarı (emisyon) önemlidir.
Buradaki temel soru şudur: ‘Basılacak paranın miktarı nasıl belirlenmelidir?’ Bu sorunun yanıtı en basit haliyle ‘ihtiyaç ölçüsünde basılmalıdır’ şeklindedir ([ii].) Ne var ki bu yanıt bu kez ‘ihtiyaç nasıl belirlenir?’ sorusuna davetiye çıkarır. Bu sorunun yanıtı da ‘normal koşullarda beklenen enflasyon ve reel büyüme kabaca para arzı artışının temelini belirler’ şeklinde verilebilir. Bunun ötesinde basılacak para miktarı enflasyonun yükselmesine yol açar. Bu yanıtta dikkat edilecek konu ‘normal koşullar’ ifadesidir. Ekonomide genelleştirilmiş yaklaşımlar normal koşullara göre dizayn edilmiş olan yaklaşımlardır. Örneğin ‘denk bütçe’, ‘enflasyon ve büyümeyi hedef alarak para basma’ gibi ekonomik sloganlar normal koşulların yaklaşımlarını ifade eder. Koşullar değişmeye, bozulmaya başladığında yaklaşımlar da değişir. Örneğin ekonomide hızlı bir bozulma ortaya çıkmış, ekonomik küçülme, artan işsizlik gibi sorunlar yaşanmaya başlamış ve bu durumun müdahale edilmeden düzeleceğine ilişkin bir beklenti de kalmamışsa o zaman bu yaklaşım değişir. Bu değişimi ‘zor, oyunu bozar’ diye bilinen atasözüyle özetleyebiliriz. Böyle bir durumda iki politikadan birisi (ya da ikisi birden) genişlemeci bir yaklaşımla devreye sokulur: Vergi indirimlerine gidilmesi ve kamu harcamalarının arttırılması yoluyla uygulanacak maliye politikası veya faiz indirimleri ve para basılması yoluyla uygulanacak para politikası. Bu politika değişiklikleriyle talebin ve dolayısıyla ekonominin canlandırılmasına çalışılır. Böyle bir durumda talep düşük olduğu için bu önlemlere başvurulması normal koşullardan farklı olarak kısa dönemde enflasyonist baskılar yaratmaz. Bunun en açık kanıtı olarak ABD, Avrupa, İngiltere ve Japonya merkez bankalarının para basarak finansman sağlama yoluna gitmelerine karşın bu ekonomilerde enflasyonun normal sınırların dışına çıkmamış olması gösterilebilir.
Para basmak tabu olmaktan çıkıp nasıl normal yaklaşım haline geldi?
Özellikle 20’nci yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan enflasyonist genişlemeler sonucu merkez bankaları, enflasyon yaratmayacak, reel büyümeyle at başı gidecek kadar para basmayı hedef alır oldular, hatta bu bir tabu haline geldi. 20’nci yüzyılın sonlarından başlayarak para arzını hedef alan yaklaşımların yerini enflasyon hedeflemesi yaklaşımı alırken ihtiyaçtan fazla para basmak tabu olarak kalmaya devam etti. 2006 yılında ABD’deki Subprime Mortgage Kriziyle ucu görünen ve sonra 2008’de Lehman Brothers’ın batışıyla su yüzüne çıkan küresel krizle birlikte bu tabu yıkıldı. Başta ABD Merkez Bankası Fed olmak üzere, İngiltere Merkez Bankası (BOE), Avrupa Merkez Bankası (ECB), Japonya Merkez Bankası (BOJ) ve sonrasında onları izleyen birçok merkez bankası para basarak talebi canlandırma yoluna gittiler. Para basma tabusunun yarattığı izlenimi yenmek için de buna’ parasal genişleme’ gibi farklı algı yaratacak isimler verdiler. Yaptıkları şey aslında para basıp bu parayla hazine ve diğer bazı finans kuruluşlarının tahvillerini satın alarak piyasaya para sürmek ve talebi canlandırmaktı.
Para basma tabusunun yıkılmasından sonra merkez bankaları iki yoldan birisini izlediler. Bazıları (Fed, BOE, ECB, BOJ gibi) basılan parayla piyasadan ağırlıklı olarak hazinenin ve bir miktar da finans kuruluşlarının tahvillerini satın aldılar. Bu uygulama dolaylı olarak hazinenin merkez bankası tarafından finanse edilmesi demekti. Diğer bazı merkez bankaları doğrudan para basıp kredi ya da destek gibi farklı yollarla hazineye veya doğrudan piyasaya verdiler.
Para basarak harcamaları finanse etmek doğru mudur?
Para basmanın tabu olduğu dönemde yeni klasik ekonomi okulu ve rasyonel beklentiler teorisinin önde gelen iki temsilcisi Thomas Sargent ve Neil Wallace ‘Hoş Olmayan Parasalcı Aritmetik’ başlıklı bir makale yayınladılar ([iii].) Bu makalelerinde o güne kadar söylenenlerin tam tersini söylüyorlardı: “Hazine’nin, artan maliyetlerle borçlanması ve sürekli piyasaya daha yüksek faiz ödemesi, piyasada para bolluğuna ve enflasyonun artmasına neden olur. O nedenle bütçe açığını para basarak finanse etmek daha az enflasyon yaratıcıdır.” Sargent ve Wallace’ın bu beklenmedik sonuca ulaşırken yaptığı iki önemli varsayımı gözden kaçırmamak gerekir: (1) Bu sonucun doğması için reel faiz oranının GSYH büyümesinden daha hızlı büyümesi gerekir. (2) Uygulanan maliye politikası veri olarak alınır ve geçerli olan veya gelecekte uygulanacak olan para politikasıyla ilişkili değildir.
Fed başta olmak üzere gelişmiş ekonomilerin para basarak finansman sağlamasının bugüne kadar enflasyon yaratmadığına bakarsak Sarget ve Wallace’in önerisinin yanlış olmadığı sonucuna varabiliriz. Buradaki kritik nokta ekonomi toparlanıp da talep yükselmeye başladığında bu para bolluğunun ne olacağı sorusudur. Fed, bu sorunu, ekonomi toparlandığında fazla parayı piyasadan çekip sterilize ederek çözmeyi planlıyordu. Bunu da 2018’de uygulamaya geçirmişti. Ne var ki ekonomideki gidiş yeniden bozulunca bu planı iptal edip tekrar para basmaya döndü.
Para basarak finansman yapmak ülkeden ülkeye, koşuldan koşula değişkenlik gösteren bir konudur. Özellikle ekonominin krize girerek küçülmeye başladığı, vergi indirimlerinin sonuç vermeyeceğinin düşünüldüğü bir ortamda bu döngüyü tersine çevirmek için para basılabilir. Merkez bankaları bu gerçeği görerek küresel krizle birlikte para basmaya yönelmişlerdir.
Türkiye’de durum
Merkez bankalarının temel görevleri kabaca devlet adına para basma yetkisini kullanmak, bastığı paranın istikrarını sağlamak, bankalara gereken likiditeyi vermek ve para politikasını yürütmektir. Merkez bankası, bankalar dışında kimseye hiçbir amaçla kredi vermemelidir.
TCMB, 2001 krizi öncesinde hazineye her yıl bütçe yasasındaki ödenekler toplamının yüzde 15’ine kadar kısa vadeli avans verirdi. 2001 yılı sonunda bu uygulama kaldırıldı. Bugün uygulamada ihracatçıya kredi vermekte kullanılan reeskont kredisi var. Geçtiğimiz günlerde ona benzetilerek yatırım kredisi verilmesi uygulamasına da başlandı. Böylece TCMB para basarak bankacılık kesimi dışında reel kesimi de finanse etmeye girişti. Arada Eximbank ya da Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası’nın bulunması bu gerçeği değiştirmiyor.
Açık söylemek gerekirse hazineye kısa vadeli avans uygulaması bu iki uygulamadan çok daha doğru bir uygulamaydı. Çünkü o yolla verilen para bütçe disiplini ve kuralları çerçevesinde harcanıyor, dolayısıyla nereye harcandığı biliniyor ve denetleniyordu. O uygulamanın tek yanlışı ekonomide kriz olsun olmasın sürekli kullanımda olmasıydı.
Sonuç
Normal koşullarda ihtiyaçtan öte para basmak enflasyonist baskılar yaratır. Bu özet doğrudur. Buna karşılık ekonominin küçüldüğü, işsizliğin arttığı ve dolayısıyla talebin hızla düştüğü anormal koşullarda (ki buna kriz diyoruz) Para basmak kısa vadede enflasyon yaratmaz. Buradaki kritik konu basılan paranın nasıl kullanılacağı ve zamanı geldiğinde nasıl sterilize edileceği konusunun topluma şeffaf olarak anlatılmasıdır. Bunu sağlamak için basılan paranın, ekonomi canlanmaya döndüğünde nasıl geri çekileceğine ilişkin plan önceden açıklanmalıdır. Basılan para mutlaka bütçe içinde, bütçe kurallarına uygun olarak harcanmalıdır. Kamu harcamalarında tasarrufa gidilmeli ve insanlara basılan paranın gerçek ihtiyaçlara yönlendirildiği gösterilmelidir. Bunlar yapılırsa risklerin artması denetlenebilir, işler düzeldiğinde de bu para bolluğunun enflasyon yaratması önlenebilir.