ANKARA (AA) (YSM) - Alman doktor ve eczacı Samuel Hahnemann tarafından 18'inci yüzyılda geliştirilen homeopati, Yunanca "benzer" anlamına gelen "homeos" ile "hastalık" anlamına gelen "pathos" kelimelerinden oluşuyor.
Dil altı olarak hastalara verilen, doğal maddelerden oluşan küçük, beyaz renkli, "remedi" isimli haplarla uygulanan yöntem ile sağlıklı bir insanda hastalık belirtileri ortaya çıkaran maddeler, çok düşük dozlarda hastaya veriliyor.
Tedavi yöntemine ilişkin AA muhabirine bilgi veren Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulama ve Araştırma Merkezi (GETAT) Müdürü Prof. Dr. Salih Mollahaliloğlu, hastalık belirtilerini meydana getiren materyallerin kullanılarak kişiye faydalı hale getirildiğini söyledi.
Mollahaliloğlu, "Bu materyallerin, uygun hale getirildikten sonra, şeker globülü diyeceğimiz küçük globüller üzerinde yoğun bir şekilde sıvı alması sağlanıyor. Dil altından hızlı bir şekilde vücudumuza alınıyor. O bakımdan yan tesirinin oldukça az ve aynı zamanda kuvvetinin de oldukça yüksek olduğunu görmekteyiz." diye konuştu.
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi GETAT'ta, Sağlık Bakanlığının mevzuatı çerçevesinde hekimler ile eczacılara "homeopati" yöntemine ilişkin eğitimler verildiğini anlatan Mollahaliloğlu, şunları kaydetti:
"Şu an halihazırda Bakanlığımızın Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu mevzuatı üzerine çalışmalarına devam etmektedir. Son halini vermek üzere olduklarını düşünmekteyim. Bu son hali verildikten, ruhsat izni çıktıktan sonra artık gerek yurt içinden gerek yurt dışından ruhsatları alınıp halkımızın bunları rahatlıkla kullanması, hekimlerimizin de bunları reçetelendirme imkanı olacaktır."
"Hastayı bir bütün olarak görüyoruz"
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi GETAT Öğretim Görevlisi Sıla Gökhan ise "homeopati"nin dünyada çok yaygın kullanılan bir tedavi yöntemi olduğunu, Türkiye'de de yeni dönemlerde bilinmeye ve kullanılmaya başladığını dile getirdi.
Halk arasında, "çivi çiviyi söker" mantığıyla insanların günlük yaşantılarında bilmeden bu teknikleri uyguladığını ifade eden Gökhan, "Mesela donan bir bacağı buzla ovarak çözmemiz ya da yazın sıcağında ılık bir duş alarak terlemeyi azaltmamız, bunlar da bir çeşit homeopati yöntemidir. Günlük yaşantımızda kullanıyorduk ama nedenini bilmiyorduk." diye konuştu.
Sağlıklı insanlarda hastalık semptomları yaratan maddelerin çok küçük dozlarının, bu bulguları taşıyan hastalara verildiğinde hastalığı iyileştirme potansiyeli gösterdiğine işaret eden Gökhan, "Mesela günlük yaşantımızda bir soğan doğradığımız zaman gözler yaşarıyor, akıntı oluyor, burunda ve genizde yanma oluyor, burundan şeffaf sulu bir akıntı geliyor. Bu tür bulguların olduğu bir hastaya, grip olabilir, alerjik rinit olabilir, soğandan elde edilen 'allium cepa' denen remedi verildiği zaman hastanın bulguları ciddi anlamda düzeliyor." ifadelerini kullandı.
"Homeopati"nin bir hastalığa ya da belli bir kişiye yönelik olmadığına dikkati çeken Gökhan, "Hastayı bir bütün olarak görüyoruz. Hastanın o anki semptomlarına, fiziksel, bedensel, ruhsal bulgularına, şikayetlerini nelerin artırdığı, nelerin azalttığı, nasıl başladığı, bütün bunların hepsi değerlendirilerek bir tablo oluşturuluyor ve bu tablo, buna en benzer bulguları yaratan ilaçla birleştirildiği zaman tedavi başlamış oluyor." dedi.
"Ne kadar seyreltilirse etkisinin o kadar kuvvetli olduğu biliniyor"
Gökhan, "homeopatiyi", klasik tıbbın destekleyicisi kabul ettiklerini ve akut hastalıklarda, özellikle grip, düşme, burkulma gibi vakalarda çok hızlı yanıtlar alabildiklerini belirterek şöyle devam etti:
"Kronik hastalıklarda da kullanımı var ama kronik hastalıklarda çok uzun, 1-1,5 saat süren bir görüşme, değerlendirme süreci oluyor. Kişinin çocukluğundan, geçmiş yaşantılarından, annesinin kendisine hamileyken yaşadığı ruhsal durumlardan bile beslenme durumları, su içme ihtiyacı, her şeyi değerlendirerek bir puzzle parçaları gibi birleştiriliyor ve oluşan resim hangi ilaca en uygunsa, en benzer ilacı verdiğimiz zaman iyileşme sürecimiz başlamış oluyor."
Remedilerin içeriklerinin bitkisel, hayvansal ve doğada bulunan minareler ile metaller olabildiğini vurgulayan Gökhan, "Bunlardan hazırlanan ana tentürler defalarca seyreltilerek, sulandırılarak sonra bu globüllere emdirilerek kullanıyoruz. Ne kadar seyreltilirse etkisinin o kadar kuvvetli olduğu biliniyor ve daha zihinsel boyutta etki etmeye başlıyorlar." ifadelerini kullandı.
YSM HABER MERKEZİ
Güncelleme Tarihi: 13 Mayıs 2019, 14:59