Yazdıklarımızı, çözüm önerilerimizi ve en önemlisi sesimizi duyan var mı?...
Hayır!...
Yaşadıklarımız yine aynı sahneler. Birkaç yıl arayla acılarla tecrübe ettiğimiz deprem, sel ve yangın felaketleri ile yeniden karşı karşıyayız.
Her doğal afet sadece o bölgenin halkını değil tüm Türkiye’yi etkileyen derin yaralar açıyor.
Etkilediği il sayısı, nüfus ya da etkilenen yüzölçüm ile bu deprem felaketlerinin büyüklüğünü birbiri ile karşılaştırmayı; bu ve önceki afetlerde mağdur olan insanlarımızın acılarını düşündüğümde doğru bulmuyorum.
Öte yandan en son yaşanan felaket bu kadar büyük ölçekli bir afete de hazırlıklı olmadığımızı gözler önüne sermedi mi? En umut verici olan, aftelerde enkaz yığınlarının altından çıkardığımız canlarımız ve kenetlenmiş halk değil mi? Şu son birkaç gündür elbirliği ile tarihi bir mücadeleye tüm ülke tanık oluyoruz.
Umuyorum tekrarı yaşanmasın desek bile, biliyoruz ki Türkiye deprem coğrafyası üzerine kurulmuş bir ülke. Dolayısıyla bu afetlerin devamı elbette beklenti dahilinde. Sorun şu ki, biz hazır mıyız?
Konunun uzmanları Türkiye’nin deprem konusunda hazır olmadığının altını yıllardır çiziyor. Deprem gibi sel felaketi ve bir çoğu kundaklama üzerine kurgulanan orman yangınlarımızın da çok çeşitli alt kırılımları var.
Yapı stoku, zemine göre tasarlanmış inşaat kalitesiyle kentleşme, çevreye uyumlu iklim şartlarında hızlı büyüten ağaç çeşitliğimiz ve bence en önemlisi proaktif denetim mekanizmasının daha hızlı çalışmasının sağlanması!
Bu konularda ülke olarak yaşadıklarımızı her deprem, sel ve yangın afetleri sonrası birkaç gün/hafta aynı konuları konuşuyor ve sonra yeniden unutuyoruz.
Afetler ile yaşamayı beceren ülkeler daha yakından izlenmeli. Tecrübelerinden öğrenecek çok yolumuz var.
Elbette aftetlerle mücadelenin önemi anlaşılır ve konuya ayrılan kaynak doğru yönetilebilirse çözüm üretilebilir!
Aksi halde daha çok zor günler gelir!
Dertlenir, kederlenir ve telafisi olmayan üzüntü yaşarız!
10 il yerle bir oldu
Depremden etkilenen 10 ilimizin nüfusunun yaklaşık 13,4 milyon olduğu istatistiklerde görünüyor. Bu bölgenin milli gelire önemli bir katma değer kazandırdığı da biliniyor.
TUİK istatistiklerine göre milli gelirin yüzde 10’u bu bölgeden geliyor.
Deprem felaketinden etkilenen 10 il Türkiye’nin toplam ihracatından yaklaşık yüzde 8,5’lik bir pay alıyor.
Kısaca, sanayi ve ticarette gelişmiş çok önemli şirketler konumlanmış durumda. Öte yandan bölgenin tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin katkılarını da kenara yazmak gerekiyor.
TUİK istatistikleri incelendiğinde, bölgedeki canlı hayvan değeri toplamda 33 milyar TL’lik bir büyüklüğe işaret ediyor.
Bunun içerisinde en büyük payı 7.7 milyar TL ile Diyarbakır alırken, bu rakamı sırasıyla, 6 milyar TL ile Şanlıurfa ve 4 milyar TL ile Adana takip ediyor. Depremin etkilediği bölgedeki tarım alanlarının toplamı ise 36.5 milyon dekara işaret ediyor.
En geniş tarım alanı 10.5 milyon dekar ile Şanlıurfa’da. Bunu 5.7 milyon dekar ile Diyarbakır ve 4.8 milyon dekar ile Adana takip ediyor. Depremin tarım ve hayvancılığa olan etkisini önümüzdeki günlerde ekonomik olarak çok daha net hissedeceğiz.
Küresel ekonominin içinde bulunduğu kriz ve ülkemizde giderek yükselen enflasyona göre endekslenen fiyatlamalar zor günlerin başladığını şimdiden göstegelere yansıtıyor. Çok daha zor günler geliyor...
Büyük kaynaklara ihtiyaç var
Şimdi bu şehirlerin yeni baştan inşa edilmesi gerekecek. Bölge halkının yaşam giderleri, barınma, sağlık ve eğitim süreçlerinin yeniden planlanması önemli bir miktarda kaynak planlaması ihtiyacını da beraberinde getiriyor.
Açıklanan ekonomik verilerle afetin yaklaşık maliyetini daha net konuşabileceğiz ama neredeyse her taşın yıkıldığı bu güzel şehirlerimizde yaşayan insanlarımızın yaralarını sarmak için büyük kaynaklara ihtiyaç var.
Şüphesiz bölgedeki şirketlerimizin/vatandaşlarımızın vergileri,kredi borçları ve SGK primlerine ilişkin erteleme kararı oldukça hızlı ve yerindeydi.
Depremin ekonomik etkileri tespit edilmeye başlandıkça bu adımların yeterli olmadığı da açıkça görünecek. Peki sırada ne var? Yıllardır konuşulan İstanbul depremi, düşündükçe akıllara zarar veriyor. İstanbul özelinde Marmara Bölgesi sadece nüfus ve yapı stoku büyüklüğü olarak değil; Türkiye ekonomisinin de ana damarını oluşturuyor.
Elbet yaralarımızı saracağız. Bu sefer çok daha maliyetli ve uzun olacak ancak inşaat ruhsatlarından, acil eylem planlarına kadar her şeyi olası bir kriz anına göre en baştan planlamak gerekiyor. Tüm birimlerin farklı senaryolar altında nasıl organize olacaklarını ezbere bilmesi gerekiyor. A, B hatta C planlarını hiç vakit kaybetmeden düşünmeye başlamak gerekiyor.
Kaybedecek zamanımız yok!
Öğrenecek çok şey var ama olumsuzu yaşamadan hızlı hareket ederek organize olmalıyız!
En büyük temennim akılla ve sağlıkla kalın.